NEWTON ÇARKI


                                                                                           “Teknolojiyi kullan, öğretirken öğren”

                   Yıl 1970. O yıllarda şimdiki Fen ve Teknoloji dersi, Fen ve Tabiat Bilgileri adıyla anılırdı. Öğrenciler de ilgi alanlarına göre, çalışma yöntemlerini uygulayıp, dersleri aktif olarak işlerdi. Öğretmen de; öğrenci sunumlarından sonra eksik kalan ya da gelen sorulardan anlaşılmadığı düşünülen, konular olduğunda küme çalışması sonunda o konuya değinirdi.
                  O gün öğretmen, küme konusunu öğrencilerine aktardı. Ünite konuları arasında, “Newton Çarkı” da vardı. Konuyu hazırlayan öğrenci (ders kitabını esas alarak) özetle: “ Işık, prizmadan geçirildiğinde yedi renk gözlenir. Dönen bir çarkın üzerine renkler uygun şekilde yerleştirildiğinde, çark belli bir hızla döndürülürse, bu yedi rengi beyaz olarak algılar ve öyle görürüz. Bunları Newton söylemiş ve ispat etmiştir.” şeklinde bir sunum yapar.
Öğretmen, sınıfın bir üyesi olarak dersi dinliyor, gerektiği yerlerde öğrencisine katılımda bulunuyordu. Öğrencisi “Newton Çarkı”nı anlatırken, kendi kendine ; “ Açık mavi ya da açık pembe vb. renkler beyaz gibi görünebilir. Ama kırmızı, mavi, mor gibi koyu renkler nasıl beyaz görünür?’’ diye düşündü. Sınıfa bir göz attı. Bütün öğrencilerin gözlerinden, “Beyaz olur.” tezine karşı, “ Hadi canım sende?” itirazlarının geldiğini okudu. Birden, konuyu aktaran öğrencisine destek olmak ihtiyacı hissetti. Konuya:
— Ne olurmuş?, dedi.
— Beyaz olurmuş, öğretmenim!” diye cevap veren öğrencisine:
—Nereden biliyorsunuz?, diye karşılık verdi.
Öğrenciler şaşkın bir şekilde:
— Eee! Siz dediniz, öğretmenim, diyerek karşılık verdiler.Arkasından öğretmen öğrencilerin kafasını daha da karıştıracak sorular sıraladı:
— Başka kim dedi?
— Newton dedi.
— Başka?
— Hatice dedi.
— Başka?
— Kitap da yazıyor.
— Aferin size.
— Demek ki ne olurmuş?
—Beyaz olurmuş, öğretmenim! (Bu ses koro halinde öğrencilerden yükseldi).
Ders bitti ancak, öğretmen huzursuzdu. Çünkü, verilen bilgi içine sinmemişti. “Bu renkler gerçekten beyaz olur mu?” sorusu kafasını kemiriyor, kendi kendisi ile tartışıyordu. Açık renklerin olabileceği, ancak koyu renklerin nasıl olurda beyaza dönebileceğine bir türlü akıl erdiremiyordu. O güne kadar; ne ilkokul öğretmeni ne ortaokuldaki öğretmenleri ne de öğretmen okulunda bu konunun deneyini yapmamışlardı. Ona da öğretmenleri, onun kendi dersinde öğrencilerine yaptığı gibi, “Newton, beyaz olduğunu kanıtlamış” demişlerdi. Ama bu söylem tereddütlerini giderememişti. Bu kuşku öğrencilerinde de vardı. Hem kendi kuşkusunu, hem de öğrencilerinin kuşkusunu gidermeliydi. Ancak, 1970 yılı koşullarında “Newton Çarkı”nı deney veya gözlem yoluyla öğrencilerine anlatabileceği araç ve gereci yoktu. Ya da onu ispatlayacak bir düzenek aklına gelmiyordu. O gün:
—Beyaz olur, dedi. Öğrencilerinde ve kendinde bıraktığı sorularla, konuyu orada bıraktı.
                     Aradan birkaç gün geçti. Öğretmen, hafta sonu, komşu köylerden birinin düğüne davet edildi.  Hediyesini alarak düğüne katıldı. Düğünde kendi görev yaptığı köyünden davetlilerde vardı. Otuz iki köyden iki tanesinde okul vardı ve bu iki okulda da birer öğretmen çalışıyordu. Düğüne diğer köydeki öğretmen arkadaşı da gelmişti. Selamlaşıp, sohbete başladılar. Otuz iki köyden gelen tüm konuklar neredeyse düğünü bırakmış, iki öğretmenin sohbetine dalmışlardı. Herkes bu iki öğretmenle ilgili iken düğüne gelen tüm çocuklar da köylülerden birisi ile (Horhorcu Recep) ilgiliydi. Recep’in elinde, içinden ip çıkan bir ceviz ve üzerindeki tek kanat pervaneye benzer bir oyuncak vardı. İpi çekip bıraktıkça, pervane bir sağa bir sola hızla dönüyor; dönerken de “hooooor hooor” diye bir ses çıkarıyordu.
Beyninde yüzlerce sinir ucu birbirleriyle iletişim kurdu. Bunu, “Newton Çarkı” olarak kullanabilirdi. Yanındakilerden özür diledi. Hızlıca ayağa kalktı. Horhorcu’nun yanına vardı. Recep ile kısa bir sohbet ettikten sonra, incelemek üzere bir horhor istedi. Elindeki horhoru dikkatlice inceledi. Aradığı, düşünüp düşünüp çıkış yolu bulamadığı; kendisine gerekli olan teknolojik araç en gerekli olduğu zamanda, bir dağ köyünde karşısına çıkmıştı.
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijjSG_bHQ6PFLW8O5oBQhyphenhyphenr_bEGrDhPEDWTHIs2ezVaxBOUO8n8og_Bzqo9RLcPVd8C_HXw1trzgjL4_EehDIbKdNznnWENSfeAnBqLIM09_QNq5WvKqzBjbcsImiM55S1yeT44rDwW4s/s320/S5004272.JPG
Horhorcuya;
—Bana da bir tane satsana, dedi
Tüm konukların gözleri üzerinde horhorcu şaşkın ve biraz da önemsendiğinin farkında olarak:
—Ne yapacan, öğretmen?, dedi.
—Gerekli usta ! Ver bir tane de bana, diye cevap verdi.
—Valla! Öğretmenler çocuklarla uğraşa çığrışa çocuk olur derlerdi. Bak doğruymuş!
— Uzatma, kaç liraysa söyle, bir tane ver, diye karşılık veren öğretmene, Recep cebinden iki horhor çıkardı.
— Yaa bu Güzelkaya’nın öğretmeni iyi adam be! Diyerek horhoru öğretmene verdi. Öğretmen ücreti ödeme konusunda ne kadar ısrar etse de Horhorcu Recep parayı kabul etmedi.  Diğer okulun öğretmeni olan Osman öğretmen de arkadaşını merakla izliyordu.
— Ne işe yarayacak bu? , diye sordu arkadaşına.
— Newton Çarkı olacak; onu anlatacağım çocuklara, cevabını duyunca,
— Harikasın! Denedikten sonra benimle de paylaş, diye karşılık verdi Osman öğretmen.
— Hay hay öğretmenim! Elbette, dedi.
           O gün, akşam zor oldu. Gün bitmek bilmedi. Güneş batana kadar, düğün sahibine ve düğüne birlikte gittiği arkadaşlarına ayıp olur düşüncesi ile düğün evinden ayrılamadı. Güneş Akkaya’nın arkasına dolanınca, düğün sahiplerine hem kendi hem de köylüleri adına:
—Hayırlı olsun! Mesut yaşasınlar! Dileğinde bulundu. İzin isteyerek, evinin yolunu tuttu.
Osman öğretmenle de karşılıklı;
—Birgün bizi de onurlandır. Bekleriz. Diye vedalaşıp, en önde kendisi koşar adımlarla Güzelkaya köyünün yolunu tuttu… Köylüler:
—Öğretmen! Evde bekleyenin, köyde yol gözleyenin mi var? Bekâr adamsın. Ağırdan al Allah aşkına!, diye takılsalar da, kaybedilecek zamanının olmadığını düşünerek acele ediyordu. Horhoru nasıl “Newton Çarkı”na dönüştürebileceğini tasarlıyordu.
—İyi geceler öğretmen!, seslenişleri ile iki saatlik yolu, doksan dakikada bitirerek köye geldiklerini farketti. Tüm yol arkadaşlarının ayrı ayrı ellerini sıktı. “İyi geceler” dilekleriyle
birkaç köylünün eve konuk olarak davet etmelerini de teşekkür ederek davetleri geri çevirdi. Kestane ağacından; hiç metal çivi kullanılmadan, geçmeli olarak yapılmış ve kendisine tahsis edilmiş; tek odalı, petrol lambalı, gazocaklı evine geldi. Karanlığı, “muhtar çakmağı’’ ile aydınlatmaya çalıştı. 12 Numara şişeli petrol lambasını buldu. Islattığı bezle iyice sildi, kuruladı ve yaktı. Köylülerin kendisine hediye ettikleri açılır-kapanır, ağaç sandalyesine minderini yerleştirdi. Yine kestane ağacından yapılmış, masasının biraz yükseğindeki -tahta duvardaki- ağaç çiviye lambayı astı. İspirtoyu, gövdesindeki minik çanağına dökerek gazocağını yaktı. Çaydanlığı üzerine koydu. Horhorun ipini çekip bıraktıkça bir sağa bir sola dönüşünü büyük bir keyif içinde izledi. Horhoru inceledi. İrice bir cevizin enlemesine ortasından aşağıya doğru 4mm.lik bir delik ile  dik açı oluşturacak şekilde 2 mm.lik bir delik daha delindiğini, 4mm’lik deliğe pervanenin delik kalınlığındaki çubuğunun takıldığını, bu çubuğa da yan delikten gelen ipin bağlandığını gördü. Çok basit araçlarla oluşturulmuş bu düzenek, halkının yaratıcılığına karşı umudunu artırdı.
        O yıllar, birinci hamur beyaz kâğıdın çok zor bulunduğu günlerdi. Kitaplarına baktı. Kıyamazdı ama beyaz kâğıt gerekliydi. Öğretmen okulunda okudukları, sosyoloji kitabının arka kapağı en beyaz olanıydı. Eline aldı; birkaç kez evirdi, çevirdi. ‘’Yaralı portakal’’ hikâyesi geldi aklına. Kıyamadı, kitabı elinden bıraktı. Bir süre gazocağı ve çay ile ilgilendi. Ama keşfetme isteği içini kemiriyordu. ‘’Sosyoloji kitabım seni ciltleyeceğim’’ diye kendine kendine söz verdi. Kitabyla yaptığı bu diyalog hoşuna gitti. Kitabınında mutlu olacağını düşündü. Hatta içinden bir hissin Sosyoloji kitabının ona: ‘’Hadi başla!’’ diye direktif verdiğini söylüyordu. Kitabın arka kapağını özenle kesti. Pergel ile dairesini çizdi. İletki (açıölçer)yi kullanarak renklerin dilimlerini belirledi. Çok önceden gazoz kapakları içine kendi hazırladığı suluboyalarını çıkardı. Atın kuyruğundan yaptığı fırçalar ile çarkı renklerine boyadı. Doğal olarak kurumasını bekleyemedi. Petrol lambası ısısından yararlanarak kuruttu. Hafif buruşmayı gidermek içinde kömür ütüsünü gazocağında ısıtarak, boyadığı kartonu iki kâğıt arasında ütüledi. Tutkal ile horhorun (ceviz çark) üzerindeki pervaneye yapıştırdı. Bir süre kurumasını bekledi. Ama dakikalar geçmek, tutkal da kurumak bilmiyordu. Yelkenli marka küçük yuvarlak aynayı masaya yerleştirdi. Horhorun ipini çekip, bırakarak kısa bir deneme yaptı. Hızlandırmaya başladı. Çarkın hızı artıp beyaza yakın rengi yakaladığı anda kalbi duracak gibi oldu. Hiç kilitlemediği oda kapısını o gece kilitledi. Bu renk algısını, sanki Newton değil de kendisi icat etmiş gibi sabaha kadar uyuyamadı.

O gecenin sabahında, güneşin sandığından daha parlak doğduğunu gözledi. Tıraşını olup; sarı, bakır musluk taktırdığı tenekedeki su ile elini yüzünü yıkadı. Koşar adım okula gitti. O güne kadar hep öğrenciler önce gelir, kendisi sonra giderdi. O gün öğrencilerini o karşıladı:
—Günaydın Ramazan! Hoş geldin!
—Hatice günaydın! Hoş geldin! , diye hepsini selamladı. Daha sonra okulun önünde sıra olup, “Öğrenci Andı”nı okudular. Sınıfa girdiklerinde kısaca dünyadan, ülkeden, köyden günlük olayları konuştular.
İçi içine sığmıyordu:
—Çocuklar geçen gün “Newton Çarkı” üzerinde konuşmuştuk. Diye söze başladı öğretmen. Öğrenciler:
—Eveeeet öğretmenim!, diye karşılık verdiler.
— Peki, Newton ne demişti, kim tekrarlayacak bize?, dedi. Bir- iki parmak havaya kalktı, . 
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjCDZO1oqeU3q1HbyevcUvDJuI2sa0IHOIFH6VeJn4E8of-aGd4jp2NYtaYc6nw-eBv_azGPotjLaMEbOEHI6iJEeg7vrtNU-VKO47zas4KmnKw9sAHBA0AAFd_O2fHN1iXZlcC116KdNU/s320/Kopyas%C4%B1+Newton+%C3%87ark%C4%B1.jpg
— Ramazan söyle bakalım!, dedi öğretmen.
—Öğretmenim, ışık, prizmadan geçirildiğinde yedi renk gözlenir. Dönen bir çarkın üzerine renkler uygun şekilde yerleştirildiğinde, çark belli bir hızla döndürülürse bu yedi rengi beyaz olarak algılar ve öyle görürüz. Bunları Newton söylemiş ve ispat etmiştir.”
—Ama siz pek inanmamıştınız değil mi?, diye cevap verdi. Sınıfta gülüşmeler oldu. Bunun yanında kendi kendine, “ Ben de inanamadım” diyemedi.
—Peki, herkes arkasına yaslansın bakalım!, dedi.
Meraklı gözler
eşliğinde, masanın üzerindeki torbadan gece hazırladığı ceviz çarkı çıkardı. Çarktaki renkleri izletti. Tek tek renklerin adlarını sordu. Cevaplarını aldı. Ve çarkı döndürmeye başladı. Beyaza yakın rengi yakaladıklarında tüm öğrencilerinin gözlerinin yuvalarından fırlayacakmış gibi olduklarını gördü. Sanki öğretmenleri sihirbazlık yapıyordu. İzledikçe, bir daha öğretmenim, bir daha diye talepler yükselmeye başladı. Bir daha, bir daha… Birkaç kez daha hep birlikte denediler.
                 Eğitim çalışmalarında araç kullanmanın değerini ve teknolojinin kıymetini o gün keşfetti. Yeni öğrenmelere yelken açabilmenin çok önemli bir sırrına ermişti. O günün teknolojisi horhoru “Newton Çarkı” olarak kullanabilmekti. Ama bugün, o konuda sınırsız ve uçsuz bucaksız okyanuslar var elimizde. Bilgisayar var. İnternet var. Ne olur teknoloji kullanmanın cimrisi olmasın öğretmenlerim.
                                                                                                                Hıfzı Yetkin
 Eğitim Denetmeni

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder